Evet, erkek!
Geçen hafta Başak haberi vermişti...
Nedense insan çocuğunu doğrudan yürüyüp konuştuğu haliyle hayal ediyor. Şu son 2-3 aylık deneyimimde şimdilik söyleyebileceğim en net şey bu. Bizim oğlan sanki doğar doğmaz Fifa’ya oturup Real Madrid’i seçip “baba başlatıyorum!” diyecek gibi. Ya da bilemedin, sırtta Alex forması sabahın köründe “baba bugün maç var hala uyuyorsun” diye yatağı basacak!
Yine de ‘en iyi bebek, anne karnındaki bebektir’ diyerek bizim oğlana ilk zehri verdik. Muhteşem yazar Can Kozanoğlu’nun efsane kitabı “Bu Maçı Alıcaz” ın önündeki kısa biyografisinde, daha anne karnındayken gittiği Adana maçından ve bu sayede başladığını sandığı futbol sevgisinden bahseder. Bizimki de ilerde futbolsever olursa, anlatacağı bir hikaye çıktı! Çünkü o da annesinin karnında üstelik dedesinin takımı Eskişehirspor’a karşı oynanan Fenerbahçe maçını seyretti (seyretti biraz iddialı oluyor galiba, dinledi ya da hissetti diyelim). Annesinin iddialarına göre, tribünün coştuğu anlarda o da hareketlenmiş. Ben diyorum kardeşim, bu çocuğun içinde var bu aşk!
Şimdi diyeceksiniz ki, yahu bu nasıl baba! Bütün hayali futbol üzerine, hep onunla alakalı şeyler anlatıyor. Öyle değil aslında... Dedim ya, çeşitli senaryolar yazıyorsunuz kafanızda. E tabi en kolay kurgulanabilir olanlarından birisi bunlar. Farklıları yok mu? Elbette var. Aşık hali, ergen hali, para isteyen hali, acıkan hali, ağlayan hali, sıkılan hali... Sanırım bir çocuk sahibi olmanın en güzel yanı, kendin geçerken farkında olmadığın adımları bu kadar yakından izliyor olmak. Çünkü onun yolunda karşısına çıkacak temel şeyleri hep biliyorsun aslında. Ve sen ne kadar bilirsen bil, ona ne kadar anlatırsan anlat, o asla yaşamadan anlamayacak! O aşık olduğu ilk kızın ardından deli gibi ağlarken, “Oğlum, geçer, başka birini seversin” diye pışpışladığında susturamayacaksın mesela. Ya da ilk zayıf notunu aldığında gözleri dolacak, senin dediğin o yaşın akmamasını sağlayamayacak. O kadar uzağa gitmeye de gerek yok, kaydıraktan düşüp dizi kanadığında ağlayacak işte, düşe düşe düşmemeyi öğrenecek.
Çok materyalist gibi gelmesin kulağa ama insanın en büyük projesi çocuk sahibi olmak. Ona verebileceğin her şeyi verip, hiçbir şeyden eksiklik hissetmemesini sağlamak büyük bir proje. Bu yüzden anne babalar abuk subuk şeyler yapıyorlar belki de. Dönem ödevinin sunumunu yapacakken, babasının heykeltraş arkadaşından yardım alıp, üç boyutlu gerçeğinin kopyası Anıtkabir’le sınıfa gelenler vardır hani. Ya da son gece karalaya karalaya ödevi bitirip, kağıdı düzgün bir şekilde getiremeyenler. İşte bu ikisinin tam ortasını tutturup, abartmadan jilet gibi ödevi masaya koyup, en yüksek notu kapanlar vardır ya? Amaç bunu becermek!
Bu arada geçenlerde duyduğum bir fikre bayıldım ve hemen başlıyorum. Sen 18’ine gelene kadar, her sene aldığım formaların birine senin adını yazdıracağım. 18’e geldiğinde 18 yıllık forman olacak kendi adınla! Tamam teşekkür etmene gerek yok, ondan sonra da sen bana alırsın artık.
Annen buraya kadar geldiyse, yazı yüzünden bana kızacak olabilir, “Tuncay ne diyorsun sen yaa“ diye. Aslında bu süreçte saygıların en fazlasını da o hak ediyor. Düşünsene 5 aydır vücudun hayatı boyunca girmediği şekillere giriyor, bir taraf büyüyor, ağırlık merkezi değişiyor. Canı acıyor, hayatı değişiyor. Ama iyi dayanıyor. Ne yalan söyleyeyim acı eşiğinin bu kadar yüksek olduğunu, bu kadar dayanıklı olabileceğini tahmin etmezdim.
Ne diyorduk? 2 sene Avrupa maçı da yok, muhtemelen bundan sonraki ilk Avrupa Kupası maçına beraber gideriz, ona göre.
Haftaya görüşmek üzere,
Tuncay
No comments:
Post a Comment