Yarın ben Mr. Feelgood ile dördüncü seyahatimiz için İstanbul'u terk ediyorum. Aşağıda gördüğünüz cennete doğru...
Dönünce tabii ki bütün izlenim ve keşiflerim ile birlikte huzurlarınızda olacağım.
Ama şimdilik blogu, daha önce "İlişkilenmek" yazısı ile Mushaboom8'de karşınıza çıkmış olan yogitama bırakıyorum, bu seferki yazı da onun kaleminden.
Öperim!
Bu sabah, Meryem Uzerli'nin Ayşe Arman'a verdiği ropörtajı okudum. Meryem Uzerli orada 'Ben bir adam sevdim ve o adam aslında yoktu' demiş. Bu cümle, bütün gün aklıma takıldı. Sanırım benim, Adam için aradığım cümle tam olarak buydu.
Benim açımdan böyle seyreden olayın içine, bir de herşeyi zorlaştıran bir çekim girdi. Biraz dikkatli bakan herkesin anlayabildiği bir tutku, bir çekim oluşmuştu aramızda. Ona aşık olma fikrini ben değil, bedenim attı ortaya ve ondan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı.
Bir gece bana, 'Sen beni seviyorsun' dedi, gülümsedim ve sustum. Aşk mıydı, sevgi miydi bilmiyorum; ama bence her ikisi de değildi henüz. Zaten bunu anlamak için ihtiyacım olan zamanı, bana da kendisine de hiçbir zaman vermedi.
Zaman geçti, konuştuk durduk. Belki ben biraz fazla konuştum. Adama kendimi, beklentilerimi, hayallerimi ve benim gözümdeki onu anlattım aklımca.
Onun için cok özel oldugumu biliyordum, yani en azından o bunu çekinmeden her zaman söylerdi; ama belki de ben bu şekide algıladım ve öyle düşündüğüne şartladım kendimi. Bilmiyorum.
Benim gözümde 'bırakalım her şey yolunu bulur' modunda ilerkerden hayat, Nupera ve Tektekci ardından zil zurna sarhoş olduğum bir gece bana söyleyebildiği tek şey 'Korkuyorum' oldu.
Korkuyorum mu? Korkuyorum ne lan? Erkek adam korkarmı? 30 yaşından sonra bi adam korkar mı? 1.60 boyunda bir kadınım ben, neyimden korkuyorsun?
O günden sonra, biz bir daha konuşmadık, sağır edici bi susukunluk oldu ve "korkuyorum" kelimesinden nefret ettim, erkeklerin korkuyorum bahanesinin arkasına sığınmalarından ve kadınların onlardan daha yürekli olmalarından nefret ettim. O kadar çektim ki kendimi yanlış anlamasın diye, ben olmaktan çıktım. Onun olduğu ortamlardan bile çekildim, hatta ortak tanıdıklarımızla bile görüşmedim.
Aylar gecti, sinirlerimin bozuk olduğu ve güneş gözlüklerimin arkasında saklanıp ağlayarak Cihangir'den Taksim'e yürürken, karşılaştık Adamla. Lafladık ayak üstü ama konuşamadık. Her seferinde buluşmak için attığımız adımlara, o gün ayak üstü yeni bir plan daha ekledik, daha doğrusu o ekledi. Adamın yaptığımız planları son dakikada ekmeleri meşhurdu; ama bu sefer o istemişti ya ekmeyecek ve korkmayacaktı. Hem alt tarafı bir yemek yiyecektik ama bu yemek bize konuşmayı tekrardan öğretecekti.
Yemeğe iki saat kala 'İşim çıktı' diyerek yine yarım bıraktı. Bu sefer, kibarlık bile etmeye lüzum görmemişti. 'Yarın yapalım' ya da 'Haftaya erteleyelim mi?' demeden 'İşim çıktı iptal etmek durumundayım' dedi. Tutamadım kendimi, 'Baymadın mı bu git gellerden?' dedim. 'Baydım, ama işim önce gelir' diye cevap verdi. Sustum, çok üzüldüm, çok kızdım beni anlamamasına, beni kalıplandırmasına, bu kadar terbiyesiz olmasına kızdım. Zamanında o kadar çok kendimi anlatmama rağmen, onun hala beni anlamamasına kızdım; ama en çok istememesine kızdım.
Aradan zaman geçti. Bir akşam ortrak tanıdıklarla buluştum, sanırım onun haberi bile yoktu. Bir süre sonra kızkıza dedikodu zirveye ulaştı ve onun adı geçti. Bana onun hakkında benim bilmediğim şeyleri anlattı insanlar bana. Bunlar öyle şeylerdi ki, aklım almadı, mantığıma oturmadı. Benim gözümdeki adama, o söylenenler yakışmadı.
O, bu kadar sıradan ve basit olamazdı. Şaşkındım, zar zor yaşadığım şoku gizledim. Anlamadım. Ben gözümde kimi nereye oturtmuştum? Eğer o adam, bana anlattıkları gibi bir adamsa, benim onu oturttuğum yeri yadırgaması, dünyanın en normal şeyiydi. Bugün Meryem Uzerli sayesinde anladım; ben de bi adama takılmışım ve o Adam aslında yoktu...
Kafanızdaki mükemmellere değil, elle tutulur gerçek mükemmellere takılmanız dileği ile iyi haftalar...
No comments:
Post a Comment